Nasıl İngilizce öğrenilir?

Türkiye’deki yaygın sorunlarımızdan bir tanesi, bir türlü yabancı dil öğrenemeyişimizdir. İnsanlar defalarca kursa gitmelerine rağmen, devlet okullarında yıllarca yabancı dil dersi almalarına rağmen ve hatta hazırlık sınıfı okumalarına rağmen bir yabancı dili okuyup, konuşup, yazacak kadar öğrenemiyorlar.

Bana en sık yöneltilen sorulardan bir tanesi ‘Nasıl İngilizce öğrenilir?’ Bu soruya sıklıkla kendimin nasıl İngilizce öğrendiğini anlatarak cevap veriyorum.

İlkokulda çok iyi bir sınıf öğretmenimiz vardı. Bize çok iyi Türkçe dilbilgisi öğretmişti. Türkçe dilbilgisi bilmeden yabancı bir dil öğrenilemez gibi geliyor. Okullarda ders başarısının çocuklarımızın çalışmasıyla ilgili olduğunu düşünenler önemli ölçüde yanılıyorlar. Bir çocuğun dersteki başarısı sıklıkla öğretmenin o dersteki performansıyla, sınıfı ve hatta tek tek öğrencileri motive etmesiyle ilgilidir.

Sıradan bir devlet okulu olan Bostancı Ortaokulu’nda (yıl 1983) çok iyi bir İngilizce öğretmenimiz vardı. Bağışlasın beni ismini şu an hatırlamıyorum. Herkesin dalga geçtiği Mr. & Mrs. Brown’lı derslerle bize İngilizce temellerini verdi. Aynı ortaokul döneminde kitap satarak ücretini kendimin ödediği English Fast isimli İngilizce kursuna üç ay kadar gitmiştim. Söz konusu kursta Valerie isimli bir İngiliz hanım öğretmen ders veriyordu.

İzmir Anadolu Ticaret Lisesi’nde hazırlık sınıfına başladığımda ortaokul yıllarında yaşadığım bu iki kritik gelişme ile hazırlık sınıfını bitirmiş gibiydim. Hazırlık sınıfı (ve tüm lise yılları) insanın en çok boş zamanının olduğu dönemdir. Hazırlık sınıfında verilen tüm ödevleri günlük yaptım. Günde sadece bir saatlik çalışma daha uzun değil. Üstüne de kendime ödül olarak çizgi roman okurdum; Örümcek Adam, Atlantis vb. gibi. Hazırlık sınıfında okuduğum en kritik kitap, bir dilbilgisi kitabıydı. “English Grammer in Use”, ismini motomot Türkçeye çevirirsek “Kullanımda İngilizce Dilbilgisi.” Bir gecede büyük bir keyifle okumuştum kitabı. İzleyen yıllarda bolca pratik imkanım olmuştu; yazları Kuşadası’nda ve Sultanahmet’te kolye satmıştım turistlere.

Lise bittiğinde, hâlâ rahatça İngilizce kitap okuyamıyordum. İngilizce bir kitabı, neredeyse Türkçe bir kitabın altı katı zamanda okuyordum. Bu arada haftalık The Economist dergisini almaya başladım. İş dünyasının entelektüel dergisi sayılabilecek The Economist dergisindeki makaleleri okuyamıyordum önce. Dergiyi alıp son derece görsel mesajlar içeren tüm reklamları inceliyordum. Dört yıl aralıksız cebimde para var ya da yok her hafta The Economist’i aldım ve sonunda rahatlıkla makaleleri okumaya başladım.

Bu sırada kritik gelişmelerden bir tanesi de, kendim için 1993 yılında Reengineering the Corporation isimli kitabı Türkçeye çevirmeye çalışmamdır. Bir kitabı Türkçeye çevirmeye çalıştığınızda müthiş miktarda kelime öğreniyorsunuz. İzleyen yıllarda birkaç bin tane İngilizce orijinalinden kitap okuma imkanım oldu.

Rus Dili ve Edebiyatı’ndaki arkadaşlarımla İngilizce hakkındaki ortak görüşümüz şöyle. İngilizce kurallar itibarıyla o kadar az kurala sahiptir ki, tüm kuralları bir hafta sonunda öğrenebilirsiniz; Rusçayı ise bir yılda bile zor öğrenirsiniz. Bunu niçin vurguluyorum; özellikle zamanlarla ve fiil çekimleriyle ilgili kuralların bir tablosunu hazırlayıp sindirmek gerek.

Bugün İngilizce öğrenmeye başlayacak olanlara tavsiyem şu: Dilbilgisiyle birlikte bağlamda öğrenmeye çalışmak. Yani hem ders kitaplarını çalışın, hem de dergi okuyun, turistlerle konuşun, altyazısız film izleyin, mümkünse yurtdışına çıkın. Sonra bir filin bir defada değil, lokma lokma yenileceğini unutmayın. Günlük çalışın.