Türk’ün Konuştuğu Dil: Türkçe

a. Türk dili, Türkçe
Türk dilinin, kaç bin yıl önce konuşulmaya başlandığı, kesinlikle bilinmez. Fakat en azından beş bin yıl önce yani, M.Ö.3000’lerde şekillenmiş olduğu tahmin edilebilir. Türkçenin ilk ve temel kelimeleri at, et, it, ot, ok, ay, aş, el, er, ev, iç, in, is, un gibi tek heceliler olmalıdır. Hele “at”, hem bir kelime hem de hayvan olarak, bilinen, tanınan ilk varlıklardan, en eski Türkçe kelimelerden birisidir. Böylece, Türkçe ile birlikte, Türk hayatının eski devirleri için de bazı bilgiler edinebiliyoruz, “İt”, köpeğin yararlı bir hayvan olma özelliğini ortaya koyuyor; “in” yani mağara, hayatın ilk safhasında önemli bir yerdir. “Ot” yani ateşin çıkardığı is, iz 1ar bırakmaktadır. Et de en eski yiyecek olmalıdır. El, al, ak, ay. Bu arada su, muhtemelen üç harfli bir kelimenin kısaltılmışı olmalıdır. Bunun bir sonraki kademesi, sessizle başlayıp, sessiz biten tek hecelilerdir (kaz, tuz, buz, kız vb.). Bu zamanda ise artık Türk dilinin temeli kurulmuştur. Türkçe, Türk insanının anlaşma vasıtası olarak, “Türk” özelliklerinin de temelini oluşturacaktır. Türkçe sayesinde, Türk özelliklerini bilecek, buna göre bazı değerlendirmeler yapabileceğiz. Türkçenin kendi içindeki gelişmesi ise, ayrı bir gerçektir.
Bir dönemde “r” etkin bulunmalıdır. Sonradan bunların yerini “z” almıştır. “Oğur” ve “Oğuz” bu iki özelliğe yansıtan isimlerdir. Dilbilim uzmanlarının, kısmen farklı olan görüşlerinden aşağıdaki bilgileri tercih etmemiz yanlış olmasa
gerektir.
En eski Türkçe=Moğolca
Eski Türkçe, Proto-türkçe, (En eskilerden M.S. IV. Yüzyıl’a kadar)
Göktürk Devri Türkçesi V-VIII yüzyıllar
Uygarca, ?
Kırgızca ?
Karahanlı Devri Türkçesi=Karahanlıca?, yani Orta Türkçe. Hemen belirtelim ki bunlar Türkçeden ayrı ve bağımsız bir dil olmayıp, sadece o zamanki Türkçenin daha iyi belirlenmesi için ifade edilir. Türkçe XI. Yüzyıldan itibaren, Selçukluların Batıya kaymaları ile yeni bir gelişmeye sahne olacaktır. Batı’ya giden Oğuz çoğunluğu, orada, Anadolu Türkçesini ve sonraki Beylikler ve Osmanlı devriyle günümüz Türkçesine ulaşan şekli geliştireceklerdir. Asya’nın geri kalan kısımlarında, iki esaslı gelişim vardır: Merkezî Asya’da, sonradan Çağatay’ın hâkim olması ile Çağatayca adını alacak, Hakanlı Türkçesinin devamı vardır. Bu Türkçe XIX. Yüzyıla kadar münevverler arasında etkindir.
XIX. Yüzyıl sonlarında kısmen ağızların etkisiyle, Kazak, Kırgız, Özbek dilleri tebellür etmeye başladı. Bununla birlikte, bunların asıl birer dil gibi kabul edilmeleri, Sovyet devrinin, siyasî programlarıyla mümkün olabildi. İkinci yön, kenardaki Türk boylarının dillerinin gelişimidir. Saka, Tuva, Hakas veya küçük Türk zümrelerinin dilleri, zaman içindeki gelişmelerden daha az etkilendiler. Kuzeydeki Türklerin dilleri de ayrı bir gelişme gösterdi: Tatarca veya Başkurtça da XX. Yüzyılda kendi şekillerini kazanacaklardır. Osmanlı dönemindeki birliğin Cumhuriyet devrinde de devam eden siyaseti olmasa idi, Anadolu veya Rumeli sahasının farklı ağızlarının da, siyasî ayrımlarının hızlandırılması için birer dil yapılması tehlikesi vardır. Günümüzde, kesinlikle bilinmektedir ki, Kazak, Kırgız veya Özbek ile Türkiye Türklerinin konuştuğu dil özde aynıdır. Bu aynılık tabiatıyla daha uzaklardaki Türkler için de, meselâ Altay, Tuva, Hakas vs. Türkleri için de geçerlidir. Batı’daki Türklerin, Farsça, Arapça, Grekçe hatta Balkan dillerinin de etkisiyle alıştığı yaygınlıkla kullandığı kelimeler bir hayli çoktur. Bunların asıl Türkçeleriyle değişmesi durumunda, bütün Türk Dünyası’nda ortak kelimelerin çok daha büyük nisbetlere ulaşması kaçınılmaz. Nitekim, ne kadar engel olunmaya çalışılırsa çalışılsın, Türk âlemi bu yolun üzerinde bulunmaktadır.
b. Alfabeler
Türklerin kendi yarattıkları ilk alfabe, taş ve tahtaya kazımaya elverişli, köşeli hatlı Göktürk harfleridir. Bu harfler muhtemelen işaret esaslı, damgalardan doğmuş olup, şimdilik M.Ö. V. Yüzyıla kadar izleri takip edilebilmektedir (Esik-kurganı yazıtı). Meselâ k, y ve b harfleri, ok, yay ve ev (=eb) biçiminde idi. Bu alfabe, zaman içinde ilerleyerek, Türkçenin gelişmesiyle birlikte, M.S. V. ve sonraki senelerinde önemli eserler yaratabilmiştir. Birçok anıt, taş yazıt ve az sayıda kağıt üzerindeki izleri kalan bu alfabeyi, 15.12.1893 de W.Thomsen, 1 Ağustos 732 tarihinde dikilen Köl-Tigin anıtı sayesinde çözmüştür. Bu alfabede 38 harf olup, 4 ü sesli=ünlüdür.
Uygurlar devrinde, kağıt üzerinde fırça ile yazmaya elverişli yuvarlak hatlı Soğd alfabesi yayıldı. Uzunca bir süre her iki alfabe yanyana kullanılmış ise de, X-XI. Yüzyıldan sonra Göktürk alfabesi silinmiştir. En erken örneği 581 tarihli Bugut kitabesinde Soğdça metinde görülen ve alfabe, Karabalgasun anıtında da kullanılmıştır. Uygur devleti zamanında yaygınlaştığından adına Uygur alfabesi de denilen bu alfabe, Cengiz devletinde, Moğolca’ya da tatbik edilmiştir. Bu alfabe sonraki yüzyıllarda da kullanılmıştır.
Arap alfabesi, X-XI. Yüzyıllarda, İslâmiyetin etkisiyle yayılmaya başlandı. Bu defa, Soğd esaslı Uygur alfabesi ile Arap alfabesi yanyana yüzyıllarca kullanılmıştır. Bu arada Soğdlar da zaten Uygurların içinde erimiş idiler. Soğd esaslı Uygur harfleri, artık XII. Yüzyıldan sonra millî bir alfabe kabul ediliyordu. Bu alfabeyi, Batıda’ki Osmanlı Türkleri dahi, XV. Yüzyıl sonlarına kadar kullanmışlardır. Otluk-beli zaferinden sonra Fatih S. Mehmed, Uygur alfabesiyle bir fetihname kaleme aldırmış idi (878 yılan yılı = 39. VIII. 1473).
Arap Alfabesi, Türklerin İslâmiyete girmeleri ile birlikte, VIII. Yüzyıl sonlarından itibaren dar çevrelerde kullanılmıştır. O’nun asıl yaygınlık göstermesi, XI. Yüzyıldan sonradır. Arap Alfabesi, yüzyıllarca Türkçenin en yaygın alfabesi olmuştur. Ç ve ş için, Farsça’dan harfler alınmıştır. Arap Alfabesi, özellikle Osmanlılar zamanında çok büyük bir gelişme göstermiş, bu tür yazı, âdeta bir sanat, hüsn-ü hat şeklini de almıştır. Türkler başka alfabeler de kullanmışlardır: Mani Alfabesi, dar bir alanda kullanılmıştır; Mani dinî, Uygurların 762’de bir süre için resmî devlet dinî olmuştur. Brahmi Alfabesi, Sanskritçe esaslı olup, dar bir alanda kullanılmıştır. Süryani Alfabesini, Hristiyan olan Öngüt Türkleri kullanmışlardır; Grek Alfabesini, Türkçe konuşan Anadolu Rumları kullanmışlardır. Karamanlıca adıyla anılan Türkçe bu alfabe ile yazılmıştır.
Ermeni Alfabesi de aynı şekilde Türkçe konuşan Ermeniler tarafından kullanılmıştır. İbrani Alfabesini, Yahudi Türklerin çocukları olan Karaim Türkleri kullandılar. Kiril Alfabesini, önceleri Rusya işgal ve idaresine geçen Türkler kullanmışlardır. Daha sonra Sovyet ihtilalinden sonra bu alfabe, dil olmak üzere ayn ayn belirlenmiş ve yeni şekiller de konmuştur. Kiril alfabesi, 1990’da Sovyetlerin dağılmasından sonra da bir süre kullanılmaya devam edecektir.
Latin Alfabesi, Türkler arasında XIX. Yüzyıl ikinci yansında kullanılmak istenmiştir. Bununla birlikte, Arap Alfabesinin Türkçeye uymayan özelliklerinin ıslah edilmesi için Osmanlı zamanında girişimler olmuş, hatta Birinci Cihan harbi (1914-1918) içinde Enver Paşa, ayrı harfleri (bitişik olmayıp bağımsız ve her sesi ayrı veren) esas alan yenilik de yapmıştı. Kısa bir süre etkili olan bu girişim 1923 sonrasındaki Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Harf İnkilâbını hazırlayan etkenlerden birisidir. 1926’larda Sovyet ülkesindeki bazı Türk ülkeleri Lâtin Alfabesini kabul etmişlerdir. 1928’de Türkiye Cumhuriyeti de bu alfabeyi kabul etti. Bir zaman için, eski yazıya karşı sert tedbirler alınmış, birçok kültürel eser bundan etkilenmişse de, sonradan bu alfabenin etkisiyle, okuma yazmada önemli gelişmeler sağlanmış, kültür hayatı da canlanmıştır.
Bugün de Türk âleminin Lâtin esaslı alfabede birleşmesi bekleniyor. Türkçe, komşu dillerden etkilenmiş, fakat kendisi de başka dilleri etkilemiştir. Çince ve öteki dillerden birçok kelime Türkçeye girmiş olmakla birlikte Türkçeden de öteki dillere geçen kelimeler çoktur. Çince başta olmak üzere (bez, boru) Arapça, Farsça ve pekçok dildeki Türkçe kelime sayısı oldukça fazladır.
c. Türk adları
Türkçenin etkisi, Türk insanının ve yaşadığı yerin adlanmasında en açık ve güzel örneklerini verir.
1. Türk kişi adları:
a.Güçlü Hayvanlar: Arslan, Kaplan, Pars, Tana.
b.Kuşlar: Doğan, Tuğrul, Şahin.
c. Dilek: Yaşar, Satılmış, Dursun.
d.Boylar: Bayındır.
e. Tabiattan: Kaya, Taş, Demir, Polat, Altım, Gümüş, Ay, Kün.
f. Kutsal Kitaplardan: Muhammed (=Mehmed) Süleyman vs.
g.Olay: Gur-sançdı.
h. Diğerleri.
Osmanlı döneminde, dede ile torun aynı adı almıştır. Çoğunlukla dede sağ iken torun O’nun adını almaz; vefatında adı verilir. Adlann başına, bir tanıtma eki gelebilir: Çolak, Deli, San, Kara, Salla-baş vs. gibi. Çocuğun adı, iki türlü verilir:
a. Babasının veya ailesinin verdiği ad; bu erkek çocuğun kendisini ispat etmesine kadar sürer. Bu bazen bir toy sonrasında, kulağına ezan okunarak verilir.
b. Genellikle 12-16 yaşında, kendisini ispatlayınca kadar aldığı ad; Dede Korkut da Bamsı Beyrek’in ad alması gibi. Bazen ilk durumdakilere Atsız (isimsiz) da denilir.
K ı z çocuklarının adlan çoğunlukla tabiattan alınmıştır: Alımla, Banıçiçek, Döndü.
2. Coğrafî adlar=Toponomi:
Türk’ün yer adı vermesi, yaşadığı hemen her yerde kendisini açıkça gösterir. Bu yer adlan, zaten Türk’ün yaşadığı her yerde aynıdır. Bu adlan şöyle belirleyebiliriz:
1. Ova, yazı, öz, düz, kır ve çukurlar.
2. Sırt, yamaç, eniş, yokuş, yaka ve yüz 1er.
3. Höyük, sivri, kaya, tepe, dağ.
4. Bel, boğaz, geçit, art, gedik belen ve derbent.
5. Diğerleri.
Adlandırmanın genel esasları:
a. Yer adlannda en çok, renk unsuru vardır; renk aynı zamanda yön ile de
ilgilidir:
Kara, kuzeyi, kızıl, güneyi, ak batıyı ve gök de doğuyu gösterir.
Ak, Ak-su, dere, göl, deniz, dağ, tepe; akça=ağça da aynen.
Kara-su, deniz, göl, dağ, tepe,; kara+ca;
Gök-su, deniz, dağ, tepe, göl ve; gök+çe
Boz-yaka, tepe
Kızıl-deniz, dere, tepe, göl
Ala-dağ, göl
Sarı-bayır
Yeşil-tepe
b. Fizikî özellik: Toprak, kum, kaya, taş veya madenler: altun, gümüş,
kurşun vs.
Kara-toprak; Kızıl-kum; Ak-kaya, Sarı-taş; Altun-taş; Gümüşlük, Demirci
c. Sayı, bir diğer önemli unsurdur:
– Bir, tek, Yalnız-tam; Yalguz-ağaç
– İki, çifte, Çatal-çam, Çifte-merdiven
– Üç kuyu, tepe
– Tört-köl
– Beş-tepe
– Altı-
– Yedi-kuyu, Yedi-köl
– Sekiz-çeşme
– Dokuz-kavaklar
ve Kırk oldukça çok kullanılır: Kırk-pınar, Kırk-göz, Kırk-kilise
d. Tabiatın tanımı, benzetme bitki ve hayvan varlığı;
– Kara-çayır; Sarı-çiçek, Kara-ağaç, Kavaklı-dere; Atlık, Koylık, Susığırlık;
At-başı, Deve-boynu, Koçungar-başı, Eçki-başı, Börü-başı,
Koç-başı, İt-burnu, Kurt-kulağı, İt-dişi,
e. Olay, Hâtıra: Şehre-küstü; Sorma-gir; Sırp-sındığı, At-atlağan, Palandöken,
Kuskun-kıran, Geyik-oynadığı, Nal-döken, Deve-bağırdan,
Karga-sekmez, Giden-gelmez,
f. Zıtlıklar: Yukan-aşağı, büyük-küçük,
g.Diğerleri: Günler; Çarşanba, Perşenbe; Düşenbe; Ev, Ak-dam, Kara-ağıl,
kurgan, kale, hisar adlan: Magı-kurgan; ak-kale; Kara-hisar; iskân
yeri: köy, yayla, kışla vs.
Meslekler;
3. Su isimleri:
a. Pınarlar, bulaklar: Ak, kara, kırk-pınar; göze, bulak; sıtma-pınan, çatalçeşme.
b. Sular, çaylar, dereler: ak, kara, gök, derin, sarı, ince, ırmak;
şelâle=çağlayan: çağlıdan=su atladı. su-geçitleri: itgeçidi,
koyun-geçidi, deve-geçidi.
c. *Durgun sular: kuyular, kuduk: üç, serenli, derin-kuyu,
* Göller, renk, derin, titreyen, bulanık, duru, aygır, balık, yeşil, ışık,
* Denizler: Ak, kara, kızıl, gökçe-
– Adalar: İkizce, büyük-küçük, sivri, kız-adası.
– Burunlar: Kara-burun, Kum-burnu, Deve boynu.
– Koylar, körfezler: Ak, Kızıl, Gök-liman, Karağaç.
KAYNAK:
Tuncer BAYKARA – Türk Kültür Tarihine Bakışlar