Türkçenin Zenginliği

Bizim Türkçemiz, eskiden beri pek zengin bir yazı ve edebiyat dilidir. Orta Asya'da büyük bir medeniyet kurmuş olan Türklerin, bu medeniyete uygun genişlikte zengin bir dil­leri vardı. Fakat İslamlığın Türkler arasında yayılması üzerine Türk mütefekkir ve şairleri eserlerinde Arapça ve Farsçaya çok yer vermişlerdir. Hatta bir zamanlar Arapça din ve ilim dili, Farsça şiir ve edebiyat dili sayılmıştı. Türkçe, yalnız konuşma dili olarak kullanılıyordu. Bununla beraber o devirlerde de Ozan denilen halk şairleri halk diliyle güzel şiirler yazmakta devam etmişlerdir.

Arapça ve Farsçanın Türkçeyi hükmü altına aldığı XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut Divanü Lügat-it-Türk adlı ese­rini vücuda getirmişti. Kaşgarlı Mahmut, bu eserini Araplara Türkçeyi öğretmek maksadıyla yazmış olmakla beraber aynı za­manda Türkçenin zenginliğini birçok örneklerle kesin olarak belirtmiştir.

Arapça ve Farsçaya fazla düşkünlük Divan Edebiyatı şairleri arasında son dereceyi bulmuştu. Baki’nin meşhur mersiyesinin şu iki beytini okuyalım : .

Ey paybend-i damgeh-i kayd-i nam ü nenk,

Ta key heva-yi meşgale-i dehr-i bidirenk?

An ol günü ki ahır olup nevbahar-ı ömr

Berk-i hazana dönse gerek rû-yi lalerenk

Bu mısralarm manası :

Ey nam ve şan bağlarının tuzağına tutulmuş olan insan, bu karar­sız dünyanın işleriyle uğraşıp durmak ihtirası ne zamana kadar süre­cek?

Ömrünün ilkbaharı biterek laleye benzeyen kırmızı yüzünün son­bahar yaprakları gibi sararıp solacağı günü hatırla!

Görüyoruz ki şu dört mısrada ancak dört, beş tane Türkçe kelime var; ötekilerin hepsi Arapça ve Farsça.

Bu eski şairler, Arapçadan ve Farsçadan yalnız ke­lime almakla iktifa etmemişler; o lisanlardan kaideler ve terkip­ler de almışlardır. Halbuki bir dil, icap ederse, başka dillerden kelime alabilir; fakat kaide alamaz.

“Türki-i basit” cereyanlarıyla zaman zaman Türkçenin sadeleştirilmesi ve benliğine kavuşması yolunda adımlar atılmışsa da 1908 tarihine kadar tam bir iş yapılamamıştı. 1908 den sonra dilimizi sadeleştirme davası şuurlu olarak ele alındı. Ziya Gökalp ve arkadaşları yapılacak işin ana çizgilerini açıkladılar ve sade Türkçeye güzel örnekler verdiler. Böylece başlayan milli edebiyat cereyanı, kuvvetlendi. Nihayet Cumhuriyet devrinde Türkçemiz, daha ziyade gelişti ve gelişmektedir.

Bir nutuktan:

Arkadaşlar!

Bütün hatiplerin sözleri Kurultay programının yedi maddesi üzerinde toplandı. Bu program, Türk dilini üç za­man içinde düşündürüyordu. Dilimizin dünü, bugünü, ya­rını. Onun için diyebilirim ki bu program, tarihi ve coğ­rafyası olan bir programdır. Çünkü Türk dilini zaman ve mekan içinde göz önüne koyuyordu. Hatipleri dinleyince gördük ki Türle dili genişlikten yana Asya’nın göbeğinden Büyük ve Atlas Okyanuslarına kadar yayılmış bir ummandır.

Derinlikten yana ise insan zekasının en ıraklardaki belirtisine kadar giden uçsuz, bucaksız bir yoldur.

Görülüyor ki dilimiz, tarihin en ilk izlerinin de öte­sine varabilen devirlerdeki büyük muhaceretlerin dili, en ilk ve eski kültürlerin dili, en büyük zaferlerin dili olmuş­tur. Bugünkü lengüvistiğin kök diye baktığı Sanskritçe, Yunanca, Latince gibi dillerin de daha kökünde duran bir dil… Sümerce, Etice gibi ilk Ön Asya medeniyetlerinin de dili olsa gerek.

Bu kadar uzak, benliği olan, dilimiz fatihlerin ordularıyla, medeni alışverişlerin yolu ile eski dünyayı kaç boy dolaşmış, kendi varlığından nice izler bırakmış... O, pek yakın bir geçmişte bile Afrika’nın Cezayir’inde, Sudanında, Avrupa’nın Nemçe sınırlarında konuşuluyordu. Bugün bile onun coğrafyası her dilin çizemeyeceği çizgileri çok öte­lere aşmaktadır. O, hala Balkanlardan Hint sınırlarına, Çin içerilerine, buzlu İştep derinliklerine kadar konuşulu­yor. Onun her bir lehçesi bir diyarı tutmuş, bir iklimi be­nimsemiş, orada kendinden olmayan dillere göğüs geriyor. Birçok yerde mektepsiz, bakımsız kalsa da halkın bağrın­da bir ruh zırhına bürünmüş olarak diri duruyor. Türkçe: buyrukların dili, yapı kuranların dili, ülkeler gibi denizle­ri de şanla aşmışların dili, toprağı işleyenlerin dili, beyin­ler uyandıranların dili, sevgilerin dili, sızıların dili...

Türkçe: analarımızın dili, ana dil, diller güzeli. Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, bürümcükten ince, kelebekten uçucu, çiçek­ten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe...

Çocukların hızını, dertlilerin sızısını, delikanlıların sevgisini, güler yüzlü kızların kıvraklığını, babaların öğüt­lerini, anaların yumuşak yürekliliğini, kızgınların öfkesi­ni, kırgınların iniltilerini, şenlerin şakasını, göklerin ırak­lığını, suların canlılığını, ay ışıklarının oynaklığını, güneş parıltısının keskinliğini, iç yaşayışımızı da dış yaşayışı­mız gibi her dilden duygulu anlatan Türkçe... Bize hayatı anlatan, hayatı kendisiyle anladığımız Türkçe... Bizi bir­birimizle anlaştıran, dünya milletleri içinde bize de şanlı ve belli bir varlık veren Türkçe...

Ruşen Eşref Ünaydın